1 Haziran 2007 Cuma

"Dikkat Otomatik Kapı"

Otobüslerde, minibüslerde ve personel servis araçlarında çok sık gördüğümüz bu yazının amacı insanları olabilecek kazalara karşı uyarmaktadır. Teknolojini gelişimi ile birlikte, toplu taşım araçlarında yolcu kapıları da otomatik hale getirilmiş, çok sık açılıp kapanan kapılar için ya fabrika çıkışlı otomatik sürgü sistemleri yerleştirilmiş ya da bu sistemler sonradan araca monte edilmiştir.

Pratik olarak oldukça faydalı gibi görünen "sürgülü araç kapısı" uygulamasının arkasında büyük bir tehlikenin yattığı çok az insan tarafından farkedilmiştir. Ben de bu olayı tecrübe ederek anladım ve bu konuyu yazma gereğini hissetim.

Araçlardaki sürgülü kapılar ya hidrolik ya da elektrikle açılıp kapatılmaktadır. Bu kapıları açıp kapatan bir "açma-kapama düğmesi" vardır. "Açma-kapama düğmesi" kullanmadan bu kapıları elle açmak genelde mümkün değildir.

İşte en can alıcı soru : açma kapama düğmesi nerede?

Cevap basit ama düşündürücü. Evet açma kapama düğmesi hepimizin bildiği gibi araç sürücüsünün yanında.

Yani ! Yolculardan oldukça uzakta.

Özellikle personel servisi olarak çalışan minibüslerde yolcu bölümü ile sürücü bölümünü yüksek sırtlıklı koltuklar birbirinden ayırmaktadır. Bu nedenle sürücü bölümünde yer alan bu "açma kapama düğmesine" ulaşmak sanıldığı kadar kolay değildir.

Bir yetişkin olarak koltukların üzerinden uzanıp sürücü bölümündeki "açma-kapama düğmesine" erişebilimeniz biraz zahmetli de olsa tabii ki mümkün.

Ama ya okul servislerindeki çocukların bunu yapma şansları var mı sizce? Bence hayır.

Şimdi düşünün. Sürücünün herhangi bir sebeple (araçta çıkan bir sorun, motorda çıkan bir yangın, kavga, sohbet, küçük bir alışveriş vb.) aracı terketmesi durumunda yolcular içeride kapalı kalacaklardır. Eğer içeridekiler yetişkinse kısa bir panik anından sonra eğer yerini biliyorlarsa düğmeye ulaşıp kapıyı açabileceklerdir.

Ya küçükler. Düşünmesi bile insanı ürpertiyor.

Böyle büyük ve sinsi bir tehlike hangi durumlarda oluşabilir.

  • Sürücünün herhangi bir sebeple aracı terketmesi.
  • Araçta kapının çalışmasını sağlayan güç birimlerinde (elektrik ve hidrolik) arıza olması durumumda, araç içindeki yolcular belirli bir süre araçta mahsur kalacaklardır.
  • ve şu anda aklıma gelmeyen diğer durumlar.

Peki ne yapılması gerekir.

  • Öncelikle tehlike durumlarında bu kapıların içeriden ve dışarıdan elle açılabilmesi sağlanmalıdır.
  • Yolcu bölümünde de kolay erişilebilen bir yerde "açma-kapama düğmesi" bulunmalıdır.
  • Özellikle klimalı araçlarda soğutmayı verimli hale getirmek için kullanılan tek parça ve açılmayan camların kaldırıp sürgülü açılabilen camların takılması gereklidir. Açılabilir camlar araç içinde oluşacak duman, gaz gibi zaralı havanın bir an önce dışarı atılmasını sağlayacaktır.
  • Araç içinde gerek sürücü bölümünde gerekse yolcu bölümünde mutlaka yangın söndürücüler bulunmalıdır.
  • Okul idareleri tarafından okul servislerinde bu tedbirlerin alınmış olduğu çok sıkı bir şekilde kontrol edilmelidir.
  • Araç üreticileri bu tedbirleri bir standart olarak üretim planlarına eklemelidir.


Henüz bu konuda çok büyük tehlikeler oluşmadan bu konunun ilgili kişiler tarafından gündeme getirilmesinin, tedbirler alınmasının doğru ve uygar bir davranış olacağını düşünüyorum.

29 Mayıs 2007 Salı

Anlat çocuğum

Duyduğumuzda bizi tedirgin eden ve aynı zamanda korkutan iki kelime. Geçmişten gelen kötü bir anı gibi. İlkokul yıllarında öğretmenlerin sözlü yaparken ya da konu anlatımlarında en çok kullandıkları iki sözcük. Tükçedeki bu iki masum sözcük biraraya geldiğinde sanki duygusal bir silah gibi tüm öğrencilerin hayatında izler bırakan bir yaralanmaya sebep oluyor.

Anlat kelimesi her nekadar olumlu bir eylem belirtse de sanki arka planda "anlatma çocuğum" şeklinde algılanıyorki tüm öğrenciler susup kalıyorlar tahtaya kalktıklarında. En azından benim zamanımda öyleydi.

Günümüzde ise şiddeti ve etkisi eskisi kadar çocukları etkilemese de, bu iki kelime halen çocuklar için bir kabus. Tahtaya kalktıklarında öğretmenlerinin onlardan duymak istediklerini bir türlü bir araya getirip anlatamıyorlar.

Eğitimde öğrenilmesi gereken bilgilerin dışında çocukların ileriki yaşamlarında topluluk önünde rahat konuşmalarını sağlamayı hedefleyen çalışmalar da yapılır. Tahtaya kalkıp konu anlatmak, daha eğlenceli olan yıl sonu gösterilerinde görev almak, önemli günlerde şiirler okumak gibi.

Sınıfta tahtaya kalkmak insanı tüm yaşamı boyunca etkileyen bir fobi haline gelmiş bugüne kadar. İlk okul zamanlarında oluşan bu fobi ileriki yaşlarda topluluk önünde zor anlar yaşamamıza ya da bu anları yaşamamak için bu tip faaliyetlerden kaçınmamıza sebep oluyor.

Okullarda nasıl bir uygulama var ki şu ana kadar ilkokul çağındaki çocuklara topluluk karşısında rahat konuşma ve düşüncelerini rahat bir şekilde ifade edebilme yeteneği kazandırılamıyor. Kişisel özelliklerinden dolayı yetenekli ve girişken bir kaç çocuk dışında kimse bu rahatlığı edinemiyor.

Aynı olayı bir yetişkin olarak kendiniz için düşünün. Hiç bilmediğiniz ve anlamadığınız bir konuda size bir konuşma verilse ve sizin bir topluluk karşısında bir konuşma yapmanız gerekse ne kadar zorlanancağınızı tahmin edebilirsiniz. Çünkü konu sizin ilgi alanınız dışında ve konuya tam hakim değilsiniz. Arada hatırlayıp ezberden söylemeniz gereken teknik terimler sayılar ve tarihler de var. Topluluk karşısında zor durumda kalmakla karşı karşıyasınız. Üzülmeyin siz bir yetişkinsiniz uygun bir dille bu konunun sizin alanınıza girmediğini ve sizin anlatmanızın uygun olamayacağını açıklayıp bu işten kurtulabilirsiniz.

Sınıftaki çocuklar için durum biraz daha kritik. Sınıfa girdiler. Kapılar kapandı. Öğretmen ya kafasından yada sınıf listesinden birini seçmek üzere. Ve o cümle "anlat çocuğum". Açıklamak ve durumu anlatmak için ne zaman var ne de çocuğu dinleyecek biri. Çocuğu dinleyecek biri olsaydı eğer, aklının yettiğince şunları söylemek isterdi herhalde;

"hocam ben küçük bir çocuğum. Sizin bana verdiğiniz konu benim kavramlarımı ve dünyayı şu andaki kavrayışımı biraz aşıyor. Ben Atatürkü çok seviyorum ama onun hangi gemi ile hangi ilimize ve ne zaman da çıktığını bir türlü hatırlayamıyorum. Bunları hatırlayamayınca da cümlelerimi kuramıyorum. Ben hala "samsuna ayak basma" gibi mecazi bir kavramı anlamaya çalışırken bunu cümle içinde kullanmak da benim için çok zor. Zaten şu anda arkadaşlarımın önünde mahçup olma stresi içinde cümle kurmakta güçlük çekiyorum bir de bu ezbere bilmem gereken isimler tarihler ve yerler beni iyice zorluyor.

Gelin ben size Atatürk'ü nasıl ve niçin sevdiğimi çocuksu duygularımla anlatayım. Ve tüm bunları halen zayıf ama gelişmekte olan kelime haznemden seçtiğim kelimeler ile yapmaya çalışayım. Ama biliyorumki siz sadece bu isimleri, tarihleri ve yerleri duymak istiyorsunuz kulaklarınız sadece onları duymak için bekliyor. Ama şunu unutmayın ki siz anlatılması istenen konunun uzmanı olabilirsiniz ama ben bu konuların henüz çok uzağındayım. "

Tabiiki çocuk bu kadar düzgün cümleler kuramazdı. Ben sadece onun duygularını ve söylemek isteyebileceklerini yazıya döktüm. İşte tüm ilkokul hatta ortaokul yıllarında yaşanan dram bu.

Peki ne yapılması gerekiyor. Bence yapılması gereken çok basit.
  • İlkokulda konuşma/anlatma ders saatleri ayarlanıp öğrencilerin kendilerinin seçeceği bir konuda konuşmaları sağlanmalıdır.
  • Konu tamamen öğrencinin seçeceği bir filim, bir kitap ya da bir olay olabilir. Mesala erkek çocuklar için pokemon dizisi, supermenin bir filmi,kızlar için selena dizisi, evdeki kedisi, odası, annesinin babasının işleri. Konunun bir önemi yok. Önemli olan çocuğun bildiği, sevdiği, ilgilendiği ve kendini iyi hissettiği bir konu olmasıdır.
  • Konu anlatımındadan sonra sınıftaki diğer öğrencilerin, tahtadaki öğrenciye konu ile ilgili ilgisiz soru sormaları sağlanmalıdır. Bu sayede tahtadaki öğrencinin gelen soruları rahat cevaplayabilme yeteneği gelişirken, diğer çocukların da özgürce soru sorma alışkanlıkları geliştirilmiş olacaktır.
  • Burada öğretmenin görevi aynen patronun yapacağı bir açıklama için şirket basın toplantısı düzenleyen hakla ilişkiler uzmanının görevi gibi olacaktır. Ortamı sağlayacak, anlatım ve soru zamanlarını belirleyecektir. Patronun ne söyleyeceğine ve basının ne soracağına karışmayacaktır.
  • Tabii bunlar yapılırken diğer tarafta müfredattaki zorunlu konuları derslerde hala anlattırmaya ve ezberletmeye devam ederseniz bir elinizle yaptığınız bir şeyi diğer elinizle bozmuş olursunuz.
  • Müfredattaki konular da öğretmenler tarafından anlatılmalı, öğrencilerin konu hakkındaki soruları yine öğretmeler tarafından cevaplanmalıdır. Öğrencinin müfredat içinde yer alan konulardaki isim, yer ve zamanları ezberlemesi öğrenciye hiç bir şey kazandırmaz. Ama iyi bir dinleyici olarak konuşulanı anlaması, düşünmesi ve konuyla ilgili sorular sorması onun araştırmacı ve meraklı kişiliğinin gelişmesine, özgüvenin oluşmasına katkı sağlar.

22 Mayıs 2007 Salı

Fikir oluştuğunda kayıt altına almalıyız..

Bazı anlar ve olaylar vardır. Beynimizde şimşeklerin çaktığı, dünyayı yerinden oynatacak fikirleri bulduğumuzu sandığımız anlar. Hemen en yakınımızdaki insanlara anlatmaya başlarız. “Vaybe helal sana derler, çok iyi bir fikir bu” derler. Sonra. Sonrası yok hikaye burada bitiyor.

Bazen buzdolabından birşeyler alırken, yada çöpümüzü dökerken, aklımıza yaptığımız bu işlerle ile ilgili olarak pratik düşünceler üşüşür. Özellikle tembel olanlarımıza. Hemen söylenmeye başlarız “Keşke şu olsaydı bu olsaydı” diye. Sonra. Sonrasi yok bu hikaye de burada bitiyor. Sadece o anda etrafta birileri varsa gülüyor ve “amma tembel adamsın ha habire söyleniyorsun” diyor. Hepsi bu.

Bir işi yapmak için zamanın bize yetmediği anlarda, hemen çalışmaya başlar beynimizin mucit ve kaşif tarafı. İcatlar yaparız hemen keşfederiz gözümüzün önünde yıllarca duran farklı şeyleri. Kısıtlı zamanı daha verimli kullanabilmek için çalıştırırız aklımızı istemsiz ve tam kapasite. Tüm yaptırımlardan ve kalıplardan uzak. Sonra. Sonrası yok bu hikaye de burada bitiyor. Söylene söylene işimizi yapıp bitiriyoruz.

İşte tüm bu anlarda ortaya çıkan düşünceler fikirler, duman olup uçuyor. Söyleyende, dinleyende o ana geri dönemiyor. Zaman, tüm fikirlerin üzerini örtüp geçiyor. Geri dönüş yok.

Peki ne yapmalı, bu muhteşem anları tarihe yazmak için. Cevap basit şu an benim yaptığım gibi sadece bir yerlere not almalı. Basit ama anlaşılır notlar. İleride bir gün siz veya mirasçılarınız olacak çocuklarınız bu notlardan yararlanabilsinler. Her konuda ama her konuda fikirlerinizi ve düşüncelerinizi not almaya özen gösterin. Onları kullanabileceğiniz bir ortam ya da onlara ihtiyacı olan birileri mutlaka olacaktır.

Bu gün üretim yapan firmalar ürün geliştirmeye büyük miktarlarda para ayırmaktadırlar. Ürün geliştirme için yüzlerce belkide binlerce araştırma yapmak gerekmektedir. Hepsinden önemlisi insan yaşantısını direk olarak ilgilendiren konularda bir sürü anket yapılması gerekmektedir. Çok büyük bir iş gücü ve maaliyet ile yapılan bu işler sonucunda ortaya çıkan bir fikir, aslında yüzlerce insanın başından geçen bir olay sonucunda keşfetmiş olduğu bir fikir de olabilmektedir.

O halde aklımıza gelen keşif, icat ve düzenlemeleri kısa ve anlaşılır olarak bir yerlere yazalım.Bulduklarımızı, onları hayata geçirebilecek en uygun insanlar ya da kurumlar ile paylaşalım. Düşündüklerimizin en kısa zamanda hayatımıza girmesi için bilgimizi paylaşmamız gerektiğine inanalım.

Ortaya çıkan bu düşünceye, maddi kaygılardan dolayı karşı çıkanlar olabilir. Eğer gerçekten böyle bir düşünceye sahip olanlar var ise, patent büroları vasıtası ile patent alabilirler. Ancak şunu da unutmayalımki, patent almış yüzlerce düşünce tozlu raflar arasında kalmaktadır.

Bu gün geniş anlamda paylaşıma sunulan bir düşünce sizin, ailenizin yada çocuklarınızın oldukça işine yarayan sonuçlar olarak bir ürün yada bir hizmet ile hayatımıza girebilir. Dolaylı bir kazanca sahip olduğunuz gibi, tüm insanlık için de faydalı olması durumunda duyulan hazzın hiç bir şeye değişilmeyeceğine inanıyorum.

Yaz be kardeşim

Yaz be kardeşim,

Bir düşün, yıllar önce aklına gelen bir keşfin,
yıllar sonra hayata geçtiğini.

Gururlanmakla hayıflanmak arasında gidip geldiğini.

Duyurabilseydin eğer keşfini herkese,
belki daha çabuk erişirdi insanlık senin sunduğun hizmete.

Sen’lerden bir çok var bu ülkede,
düşünen ama bir yerlere taşıyamayan.

Gizli kalıp yok olan kelimeler olsaydı sadece eğer,
sohbet derdim adına geçerdim.


Ama ya fikirler, taa derinlerden gelen,
zamana, olaya ve yere bağlı.


Dünyayı bir araya getirsen,
oluşturamassın aynı anı, aynı ruhu ve yaratıcılığı.

Bir kere gelmiş geçiyor önünden,
anlat anlatabildiğince sen,
dostlarına dostların da sana.

Kelimeler ortada çaresiz sahipsiz,
yer çekiminden habersiz uçup gidiyorlar havaya.

Yaz be kardeşim sen de, yaz bir yerlere.
Bak çocukların olacak gelecekte.
Mirasın olur yazdıkların onlara,
bir adım önde başlarlar hayata.

Futbol topu yerine voleybol topuna ne dersiniz.

Çocuklara büyükler tarafından çok sık söylenen özlü bir söz vardır. “Boyundan büyük işlere kalkışıyorsun. Senin yaşın ne başın ne” şeklinde. Bir bildikleri var kabul edersek bu anlamlı sözü bazı konularda büyükler için de sözleyebiliriz.
Özellikle spora meraklı bilhassa futbol oynamayı seven erkekler çağın gelişmelerine ayak uydurarak kendileri için hazırlanmış mini halı sahalarda futbol oynuyorlar. Oynuyorlar ama sanki bir şeyleri atlıyorlar gibi.

Bugün profesyonel futbolcular bile o kadar kondisyon ve antrenmana rağmen futbol topunu kontrol edemezken sadece sportif faaliyet için maç yapanların futbol topunu o küçük sahada nasıl kontrol edebileceklerini aklım almıyor.

Küçük saha da futbol topunu kontrol etmek büyük sahada kontrol etmekten daha zordur. Bacak ve bilek kaslarınızın güçlü olması ve yüksek top tekniğine sahip olmanız gerekir. Eni 20 metre olan bir halı sahada kalenin ortada olduğunu ve yandan bir orta için önünüzde 10 metrelik bir mesafe olduğunu düşündüğümüzde bir futbol topunu 10 metre mesafeye ortalamak oldukça büyük bir yetenek ister.

Normal sahalarda ceza sahası içinde yapılan muhteşem pas ve ortaları yapabilen bir takımı hayranlıkla izliyor bu hareketleri yapan futbolcuları muhteşem olarak değerlendiriyoruz. Mini halı sahalar nerdeyse normal sahadadaki ceza sahası kadardır.

Seyrettiğim bütün halı saha maçlarında oyuncuların topu kontrol etmekte çok zorlandıklarını gözledim. Çünkü futbol topu, bacak ve bilek kasları güçlü olmayan ve top tekniği düşük olan amatör sporcular için gerçekten ağır ve sert bir toptur.

Bu nedenle mini sahalarda bu dez avantajı yok etmek için “top seçiminde futbol topu yerine voleybol topunun tercih edilmesinin” oynanan futbolun kalitesinin ve oyundan alınan zevkin artmasına katkı sağlayacağını düşünüyorum.

Sevmeyi öğrenmek yok etmekten kolay.



Fanatik olmadan aşırı uçlara kaçmadan çevremizdeki sokak hayvanlarını sevebilmeyi öğrendiğimizde aslında ortada yok edilmesi gereken bir şey olmadığını anlayacağız.

2005 senesinde bir gazetede Ahmet Vardar’ın sokak hayvanları ile ilgili yazdığı bir yazıya hayvan severler tarafından büyük tepkiler olmuştu. Ben de bu konuda kendisine ithafen bir yazı yazmıştım. Yazımı bir şekilde okuduğunda ”kırıcı olup kaybetmektense yapıcı olup kazanmayı hedefleyecek” şekilde yazmaya özen gösterdim.

Sayın Vardar,Size hikayemi anlatmak istiyorum. Lütfen sıkılmadan sonuna kadar okumaya gayret gösterin.

Ben yıllarca köpeklerden çok korkan biri olarak yaşadım. 9 senedir Kozyatağında Bora sürücü kursu yanında oturuyorum. Bora sürücü kursunda bir sürü sokak köpeği vardı. Ve bunlar bazen dışarı caddeye de çıkıyorlardı.

Bir sokak altta oturan kayın validem geç saatlere kadar bizde oturunca ben onu araba ile evine bırakırdım köpek korkusundan. Ama hiç bir zaman onları ne şikayet ettim ne de onlara zarar verici bir eylem de bulundum. Diğer kötü insanlar ve kötü olaylar için nasıl tedbir aldıysam köpekler içinde öyle yapıp arabama binip aralarından öyle geçtim.

2 yıl önce, yanımızdaki bir hayvansever vasıtası ile onlara yemek vermeye başladım. Zamanla bu işi çok sevdim. 2 senedir 20-25 köpeğe hiç aralıksız her akşam yemek yapıp veriyoruz.
Onları tanımaya başladıkça aslında “onların bizden ne kadar çok korktuğunu”, onlarla birlikteyken onların biz insanlara havlamalarından çok gelip geçen insanların onlara daha çok bağırdığını ve kötü muamele yaptığını gözlerimle gördüm.

Ve aslında doğal yaşam alanı bırakmadığımız sokaklarda onların yardıma ve korunmaya ihtiyaç duyduklarını anladım. Ve şunu da anladımki sevgi öğrenilebiliyormuş. Ben öğrendim. Ve sevgimin karşılığını her akşam, onlar beni karşıladığında alıyorum.

Şu anda 2 sene önce sokaktan aldığım bir kedim ve 3 ay önce sokaktan aldığım 5 aylık bir köpeğim var.

Şunu bir düşünün. Bir çocuğunuz var ve sokağa oynaması için gönderiyorsunuz. Çocuğunuz susadığında eğer cebinde 500 bin lirası yoksa nasıl su bulabilecek hiç düşündünüz mü? Bizler küçükken heryer de akan çeşmeler vardı ve susadığımızda içerdik. Şimdi her tarafı betonlaşan bir şehir, demir kapaklı ve yüksek çöp kutuları ve çok sıkı paketlenmiş çöpler.İstanbuldaki sokak hayvanları da dışarıda parasız dolaşan çocuklarımız gibi. Hatta daha da kötü. Çünkü onların dili de yokki su ve ekmek istesinler.

Gelin bu gün değişik bir şey yapın ve evinizde çöpe atacağınız bir gıdayı torbaya koyup yanınıza alın. Sokağınızda ilk gördüğünüz hayvana yaklaşıp onu besleyin. Bir başlayın hayatınızdaki değişikliği göreceksiniz.

Sevdikleriniz ile mutlu ve huzurlu günler dilerim.

21 Mayıs 2007 Pazartesi

İki düşünce iki güzel söz.

Bir anda çıkıyor insanın içinden. Yazmak lazım dedik. Yazdık.

DÜN, geçmiş yapılacak birşey yok,
YARIN, kimse ne olacağını bilmiyor.
Ama şu AN, yaşıyoruz tadına varmak ve mutlu olmak bizim elimizde.

İşte böyle düşünürken yazdığım güzel bir söz;

Mutluluğu aradığın yerde değil bulduğun yerde değerlendir.

Bende dahil olmak üzere çevremdeki insanlar arasındaki bir çok sorunun “sabır” denen bir davranışı iyi kullanamamaktan kaynaklandığını keşfettim.

Bazılarında çok var herkes için kullanıyor, peygamber sabırlı diyorlar, bazılarında herhalde bitti ki sinir küpü deniyor.

Zamanla harcaya harcaya ileriki yaşlarda çok lazım olacak sabrı müsrifçe yok etmişiz. Oysa sabır bizim tüm insan ilişkilerimizin gübresi gibi. Doğru kullanıldığında verim artabilir.

İşte sabırla ilgili bu tip duygular içindeyken özlü söz denen ve nesilden nesile söylenmesi daha kolay olan şu cümleyi yazdım;

Sabrı herkes gösterir ama doğru yeri çok az kişi bilir.

Anne ve Baba olarak ev ödevinden 10 aldık

Yeni öğretim sistemi ile okullarımızda uygulanmaya başalayan “Proje Ödevleri” biz anne ve babaları zorluyor.

Amacı itibari ile çocuğun merak duygusunu geliştirmeye ve dolayısı ile araştırmaya yönelmesini sağlamaya yarayacak olan “Proje Ödevlerini “ anne ve babalar yaparak 10 alırken işin özünde eğitimciler sınıfta kalıyor. Belirli bir bilgi ve alt yapıyı alamamış çocuklar doğal olarak proje ödevlerinde ailelerinden yardım alıyorlar haksızda sayılmazlar kayıtsız şartsız ev ödevleri öğretmenleri tarafından isteniyor.

Yazımız, eğitimcilere konuyu açıklamak biraz olsun sorundan haberdar olmalarını sağlamaktır.

Araştırmanın başarısı, merak duygusunun oluşmasına bağlıdır. Merak duygusunu veremediğimiz bir öğrencinin “Proje Ödevi” için kendisine sorulan “niçin araştırma yapıyorsun” şeklinde bir soruya vereceği en basit cevap ”öğretmen istiyor” olacaktır.

Öyleyse birinci adım olarak öğrencilerde konu ile ilgili merak uyandırmamız gerekirki araştırma için içlerinde bir istek oluşsun. Bunun için ilgilerini çekecek farklı kelimeler, hikayeler ve resimler ve canlandırmalar ile dikkat yoğunlaştırılmalı, dikkatin istenen seviyeye geldiği anda can alıcı soru sorulmalıdır. İlkokul çağındaki çocuklar için tiyatral yönü kuvvetli öğretmenler bu konuda daha başarılı olabilirler.

Gereken mental alt yapı hazırlandıktan yani merak oluşturulduktan sonra araştırma öğrencinin sahip olduğu bilgi, beceri ve donanıma bağlı olarak verilmelidir.

Nedir öğrencinin sahip olduğu bilgi beceri ve donanım? Burda kastedilen istenilen şeyleri yapabilmesi için sahip olduğu araçlar ve bu araçları kullanabilecek bilgi.

Günümüzde en büyük bilgi kaynağı olarak kullanılan internet ortamı, okullarda verilen ödevler için çok sık başvurulan bir kaynaktır. Ancak sihirli ayna da değildir. Karşısına geçip “ayna ayna söyle bana ” diyerek araştırma projesinin konusunu verip sonuçları da istediğimiz şekilde almamız mümkün değildir.

20 senelik bir bilgisayar uzmanı olarak ben bile hala internetten bilgi derlemekte zorluk çekiyorum. Herkes bilir. Teknoloji o kadar ilginçtir ki eğlenmek için uğraştığınızda herşey yolunda gider. Ama ciddi bir iş yapmaya kalktığınızda herşey arap saçına döner. Mükemmel görünen programlar dünyanın en aptal yaratıkları olurlar bir anda.

Dolayısı ile internette araştırma yapmanın ve toplanan bilgilerin bir düzen içinde sunulmasının da bilgi gerektirdiği hatta biraz daha ileri giderek bir hayli bilgi gerektirdiği bir gerçektir.

Şimdi soru şu : Öğrenci bu bilgi ve alt yapıya sahip mi? Öğretmenler bunun farkında mı? Bu bilgi ve alt yapı yı kim ve nerede oluşturmalı ?

Ancak yaşadığımız olaylardan anlıyoruz ki bu soruların cevapları ne veliler tarafında ne okul tarafında pek cevaplanmış değil. Okulunda verilen öğretim programının (müfredatını) içeriğini bilmesi gereken bir öğretim görevlisi, nasıl olurda bilgisayar dersinde henüz öğretilmediği halde internet üzerinde bir araştırma yapılmasını ya da bilgisayar çıktılı bir ödev oluşturulmasını öğrencilerden isteyebilir.Hem de hiç bir çocuğun doğuştan bilgisayar kullanma bilgisine sahip olmadığını bildiğimiz halde.

Garip ama gerçek olan bu durumu iki şekilde değerlendirebiliriz.Birincisi “beni ilgilendirmez bilgisayarı da kendileri öğrensin.” düşüncesi hakim olabilir. Bu yaklaşımda öğretmen en azından bu işleri yapabilmek için bir bilgisayar alt yapısının olması gerektiğini biliyor ama bu konuda yapabileceği bir şey olmadığını düşünüyor olabilir. Bence bu iyi bir şey en azından bir farkındalık var. İstedği ödevin zorluk derecesini ve öğrencinin nelere ihtiyacı olduğunun farkında.

ikinci yaklaşım, öğretmen hakikatten ne istediğinin neler gerektirdiğinin farkında değildir. Belkide hayatında hiç bir zaman internet ortamından bilgi toplayıp prezentasyon hazırlamamış olabilir.Değerlendirme yapabilmek için karşımızdaki kişinin bilgi becerilerini bilmemiz aynı zamanda verilen ödevin ne zorlukta bir çalışma gerektirdiğini en azından tahmin etmemiz gerekir. Sonuçta konuştuğumuz konu ilkokul çağındaki çocukların becerisi.

İşte yukarıda anlatılan ve aileler için oldukça sorun yaratan “Proje Ödevleri” için ister dahiyane fikir ister nacizane tavsiye deyin ama yapılması gerekenler çok basittir.

Özellikle özel okullarda bu konunun çözümü daha da kolay olacaktır.

Yapılması gerekenler:

* Proje öğretmenleri ile bilgisayar branj dersi öğretmeni ortak çalışarak bir program hazırlayabilirler.
* Bilgisayar öğretmeni bilgisayar derslerinde öncelikli olarak kesme, yapıştırma, internet kullanımı ile basit anlamda word ve powerpoint gibi sonucun sunulabilmesine yarayacak programların öğrenilmesini sağlayabilir.
* Daha sonra ana dersler için hazırlanması gereken bir kaç “Proje Ödevleri”, okulda bilgisayar derslerinde bilgisayar öğretmeni gözetiminde yapılabilir.

Büyük eğitim polikalarını uygulamadan, senelerce beklemeden yarın itibari ile uygulanabilecek pratik, kalıcı ve verimli bir öğrenim sağlamak için denemeye değer bir fikir.